Hüsrev Efendi’nin Barla’daki Evi
Hazret-i Üstadın Barla’ya sürgün olarak geldiği 1931 senesinde, gördüğü bir rüya üzerine onu ziyarete giden Hüsrev Efendi, bu tarihten itibaren onun ilk talebelerinden biri olarak hizmet-i nuriyede üstadının hem istişare arkadaşı, hem yardımcısı ve hizmetinin en önemli rüknü olarak yerini aldı.
Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Risâle-i Nur’un Eskişehir, Denizli, Afyon gibi bütün mahkemelerinde üstadı ve sadık Nur Talebeleri ile birlikte idam kastıyla yargılandı.
Bediüzzaman Hazretleri, sürgünden sürgüne sürüklendiği ve gözaltında tutulduğu yerlerde telif ettiği Nur risalelerini halinde nur hizmetinin merkezi olan Isparta’da bulunan Hüsrev Efendi’ye gönderiyordu. Eserler Hüsrev Efendi’nin başkanlığında Nur Talebeleri tarafından hem elle yazmak suretiyle, hem de teksir makinesiyle çoğaltılarak Anadolu’nun her köşesine sevk ediliyordu.
Memleketin birçok köşesindeki Nur talebelerinin yazdıkları mektublar da onun vasıtasıyla Üstad’a ulaştırılıyor, çoğu kez Üstadın arzusuna göre cevaplarını kendisi yazıyordu.
Hazret-i Üstad bu vesile ile kendisine ‘Risale-i Nur’un Kahramanı’ unvânını verdiği Hüsrev Efendi’nin nur hizmetinin sevk ve koordinasyonu noktasındaki bu vazifesini şöyle anlatır:
diyerek eserlerine müdahale etme selâhiyetini dahi Hüsrev Efendi’ye vererek, onun Risâle-i Nur hizmetindeki hâyâtî mevkiini bizlere göstermiştir.
Emirdağ’da zehirlendiği zaman Hüsrev Efendi’nin onun bedeline ölmek istediğini ifade eden mektubuna verdiği şu cevapla Hüsrev Efendi’nin Nur Hizmetinde ne kadar mühim bir mevkisi olduğunu ve aralarında ne kadar yüksek fedakârlık ve muhabbet duygularıyla yaşadıklarını gösteriyordu:
Üstad, Risâle-i Nur hizmetinde temayüz eden Hüsrev Efendi’yi bizlere tanıtırken, memleket çapındaki Nur Medresesi’nde onu talebelerinin önüne bir mikyas olarak koyuyor ve onlara Hüsrev Efendi’nin adı ve ölçüsü ile iltifat ediyordu.
Mesela, Merhum Hasan Feyzi Ağabey, üstadı için ‘Denizli’nin Hüsrevi’ olmuştu. ‘Aydın ve havâlisinin Hüsrevi’ Ahmed Feyzi Efendi idi. Kastamonu’daki hizmetleriyle Üstad Hazretleri’ni memnûn eden Mehmet Feyzi Efendi de onun için bir ‘Küçük Hüsrev’ idi. O, bu unvânı iftiharla taşıyor, yazdığı Mektubları ‘Küçük Hüsrev Mehmet Feyzi’ imzasıyla bitiriyordu.
İnebolulu Nazif Çelebi’nin unvânı ‘İnebolu Hüsrevi’, İnebolu’nun unvânı ise ikinci Isparta idi. Kezâ Isparta’nın Kâtip Osman’ı ‘ikinci bir Hüsrev’dir. Emirdağ’da ve hayatının son senelerinde Hazret-i Üstadın hizmetkârlığını ve şoförlüğünü yapmış olan Ceylan Ağabey ise Üstad’ı nazarında ‘küçücük bir Hüsrev’ idi. Tâhir ise, Hazret-i Üstad için tam bir Hüsrev’dir.
Hazret-i Üstad, Hüsrev Efendi’nin Risâle-i Nûr hizmetindeki mevkiini ve talebeleri nezdindeki mümtaz makamını gören ve bu hâli sarsmak için dessas planlar tertip eden karanlık mihrakların oyunlarına gelinmemesi için talebelerini şöyle îkaz ediyordu:
Bedîüzzaman Hazretleri’nin bu ifadeleri, herkes hakkında söylenebilecek basit iltifat cümleleri değildir. Zira Üstad Hazretleri Nur’a hizmetleri geçen birçok büyüğümüze iltifatlarla teveccüh ederek hizmetlerini alkışlarken, hiçbiri hakkında bu derecede ifadelerde bulunmamıştır.
Hiçbir ağabey hakkında bizlere, “Hüsrev gibi bir Nûr kahramanından benim yerimde ve Nûr’un şahs-ı mânevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından hiç bir cihetle gücenmemek elzemdir”[6] benzeri îkâzda bulunmamış, “Onun aleyhinde bulunmayı kendisi aleyhinde, hatta Risâle-i Nur’un aleyhinde bulunmak”la eş tutmamıştır.
Üstad Bediüzzaman, bir vasiyet hükmünde Hüsrev Efendi’yi bizlere şöyle tanıtıyordu:
diyerek onu bizlere tekrar tekrar tanıtırken; onun aleyhinde bulunmayı, Risâle-i Nur’un ve kendisinin aleyhinde bulunmakla eşdeğerde tutuyor, bir kısım talebelerini gizli düşmanların planlarına aldanarak ihânet tuzağına düşmek ihtimâline karşı îkaz ediyordu.
Hüsrev Efendi, Nur hizmetinin ilk günlerinden, Üstadın dar-ı bekaya irtihaline kadar ve onun sonrasında son nefesine dek bu hizmetin her safhasında, her mahkemesinde bulunmuş, çilesini çekmiş mümtaz isimlerin en başında gelmektedir. Bu yüzdendir ki, umum nur talebeleri içinde Risâle-i Nur külliyatında en çok ismi geçen odur.
KAYNAKÇA
[1] Emirdağ Lâhikası, s. 1749.
[2] Kastamonu Lâhikası, s. 129.
[3] Osmanlıca Şuâlar, c. 2, s. 602.
[4] Emirdağ Lâhikası, s. 1735.
[5] Osmanlıca Şuâlar, c. 2, s. 546.
[6] Osmanlıca Şuâlar, c. 2, s. 533.
[7] Osmanlıca Şuâlar, c. 2, s. 553.
[8] Osmanlıca Şuâlar, c. 2, s. 521.
—